Skip to content Skip to left sidebar Skip to right sidebar Skip to footer

Kültürel Miras Neden Korunmalı?

Uluslararası alanda kültür varlıklarının korunmasına ilişkin ilk düzenlemelere bakıldığında, bunların savaş ve silahlı çatışma ortamındaki kültür varlıklarının başına gelen zararlarla ilişkili olduğu görülmektedir. Savaş hukuku, örf ve adet kurallarına ilişkin 1907 tarihli 4no’lu Lahey Sözleşmesi’nin yönetmeliklerinde, din, eğitim, sanat, bilim veya hayır amaçlarıyla kullanılan binalar, tarihi eserler ve hastanelere yapılacak saldırılar yasaklanmıştır. Bu düzenlemeye göre, kültür varlıkları ile okullar veya hastaneler gibi diğer sivil karakterli yerleri korumadaki amaç benzer özellikler taşımaktadır. Ancak 1950 sonrasında kültürel miras alanında yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında, kültürel mirasın, taşıdığı sanatsal veya bilimsel değerin yanı sıra, “insanlığın ortak mirası” olmasından ötürü korunması gerektiği anlayışı ortaya konmuştur. Kültür varlıklarının silahlı çatışma ortamında korunmasını düzenleyen Lahey Sözleşmesi’nin (UNESCO, 1954) önsözünde, “Her millet dünya kültürüne kendinden bir şey katmış olduğu cihetle, hangi millete ait olursa olsun, kültür eserlerine karşı vaki olacak tecavüzlerin bütün insanlığın kültür memalikine karşı işlenmiş tecavüzler sayılacağı” belirtilmektedir. Dünya Miras Sözleşmesi’nin önsözünde ise, “kültürel ve doğal mirasın herhangi bir parçasının bozulmasının veya yok olmasının, bütün dünya milletlerinin mirası için zararlı bir yoksullaşma teşkil ettiği”, “kültürel ve doğal mirasın parçalarının istisnaî bir öneme sahip olduğunu ve bu nedenle tüm insanlığın dünya mirasının bir parçası olarak muhafazasının gerektiğini” ve “kültürel ve doğal mirasın korunmasına iştirakin, bütün milletlerarası camianın ödevi olduğunu” kabul edilmektedir. Avrupa Konseyi de kültür ve kültürel miras alanında kabul ettiği belgelerde ortak miras anlayışını benimsemektedir. 2001 tarihli kültürel çeşitliliğe ilişkin UNESCO evrensel bildirgesinde kültürel miras, yaratıcılığın kaynağı olarak gösterilmiş ve “hemen her şekliyle korunmalı, zenginleştirilip genişletilmeli ve insan deneyiminin ve emellerinin bir kaydı olarak gelecek kuşaklara teslim edilmelidir ki böylece yaratıcılık tüm çeşitliligi içerisinde teşvik edilmiş ve kültürler arasında etkin bir diyalog hissedilmiş olsun” denilmektedir.

Kültürel mirasın korunması, çevrenin korunması veya insan hakları gibi diğer önemli ortak değerler ile aynı seviyede önem arz etmektedir.

2003 tarihli somut olmayan kültürel mirasın korunmasına ilişkin UNESCO sözleşmesinde ise kuşaktan kuşağa aktarılan somut olmayan kültürel miras “toplulukların ve grupların çevreleriyle, doğayla ve tarihleriyle etkileşimlerine bağlı olarak, sürekli biçimde yeniden yaratılır ve bu onlara kimlik ve devamlılık duygusu verir; böylece kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına duyulan saygıya katkıda bulunur” şeklinde açıklanmaktadır. Öte yandan 2005 yılında Avrupa Konseyi’nin mevzuatına eklediği Toplum için Kültürel Mirasın Değeri Çerçeve Sözleşmesi (Faro Sözleşmesi) kültürel mirası “hem insanın gelişimi, kültürel çeşitliliğin artırılması ve kültürlerarası diyalogun yükseltilmesi için bir kaynak, hem de kaynakların sürdürülebilir kullanımı ilkesine dayalı ekonomik gelişme modelinin bir parçası” olarak tanımlamaktadır. Faro Sözleşmesi ayrıca, kültürel mirası insan hakları kapsamında değerlendirmekte ve bireysel bir hak olarak yorumlamaktadır. Sözleşmeye göre herkesin kültürel mirastan yararlanmaya ve kültürel mirasın zenginleşmesine katkıda bulunmaya hakkı vardır (Madde 4) ve bu hak, İnsan Hakları Evrensel Bildigesi’nde tanımlanan “kültürel yaşama katılım hakkının” özünde var olan bir haktır. Dolayısıyla kültürel mirasın işlevi zaman içinde değişmiş, salt bilimsel incelemelere konu tarihi ve sanatsal değere sahip varlıklardan, toplulukların ve bireylerin kültürel kimliğini oluşturan bir unsur haline gelmiştir. Kısaca ortak bir değer olarak kültürel mirasın korunması, çevrenin korunması veya insan hakları gibi diğer önemli ortak değerler ile aynı seviyede önem arz etmektedir.