Kosova Genç Birlik Derneği, Gençlik Eğitimi ve Topluluklar arası İletişim yolu ile Kültürel Diyaloğun Teşviki” projesini hayata geçiriyor. Prizren Belediyesi Kültür, Gençlik ve Spor Müdürlüğü (DKRS) tarafından desteklenen projenin amacı toplumsal duyarlılığı güçlendirerek, kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel değerlere ve kimliklere sahip çıkılmasını sağlamak ve kültürel miras değerlerimiz aracılığı ile toplumsal dayanışma ve birlik duygularını güçlendirmek.
Söz konusu projenin uygulaması, kültürel mirasın tanıtılması ve gençlerin bilinçlendirilmesinin gerçekleştirildiği, geleneksel değerlerin ve yok olma eşiğine gelen kimliklerin korunmasının ön plana çıkarıldığı www.culturalbridgepz.org platformu üzerinden gerçekleşecektir.
Cultural Bridge platformu, toplumsal farkındalığı artırmayı, kültürel varlıkları korumayı ve sanatı geniş ölçekte tanıtmayı amaçlıyor.
Prizren’deki dini mirasın çok önemli bir anıt eserini teşkil etmesi sebebiyle şehrin incisi olarak da adlandırılabilen bu cami, yanlızca Prizren’nin değil, Kosova’nın en güzel camisi konumunda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sinan Paşa Camii, Prizren şehrinin Tarihi Bölgesi’nde yer alır. Dominant konumlandırılması, boyutları, şekli, minaresinin kubbesine oranı, inşaa teknikleri ve malzemeleri, iç mekanda bulunan zengin süslemeleri ile Sinan Paşa Camii, Prizren antik kentinin en karakteristik anıt eserlerinden birini temsil eder. 1607 yılında yapımına başlanmış ve 1615 yılında tamamlanmıştır. Bu anıt eser, Osmanlı yönetiminde önemli bir mevki sahibi olan Sofu Sinan Paşa’nın ismini taşımaktadır.
Cami kare şeklinde planlamaya sahiptir ve dışardan camiye giriş kuzey yönüne doğru konumlandırılmış olan taştan oyma merdivenler ile sağlanır. Caminin minaresi, kare tabanlı ve dairesel gövdeli pomza taşlarından (köpüktaşı) inşaa edilmiştir. Caminin giriş kısmından önce, yine taştan yapılmış olan açık bir hayat bulunur. Hayat olarak adlandırlan bölüm, dairesel tabanlı taş sütunlara oturan kurşun kaplı üç kubbe ile örtülmüştür. Cami ise 42.5 m çapında geniş bir kubbe ile örtülüdür. İç mekan, katmanlı pencereler ile aydınlatılan benzersiz bir alandır.
Kubenin iç kısmındaki resimler üç evrede tamamlanmış olup, floral ve islami motiflerle süslenmiştir. Birinci ve ikinci evre resimler “al seco” tekniği ile yapılmış olup XVI-XVII. yüzyıllara aittir, üçüncü evre resimler ise XIX. yüzyıl dönemine aittir ve barok stili ile yapılmış olup ağırlıklı olarak mavi renkler hakimdir.
Kosova’da tarih boyunca süregelen olumsuz koşullar sebebiyle, bu cami kesintisiz bir şekilde dini ihtiyaçlara hizmet edememiştir.
1912 yılına kadar müminlerin dini ihtiyaçlarını karşılarken, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında ise özellikle hayat bölümü ile birlikte yeterince zarar görmüştür. 1967’de Kültürel Anıtları Koruma Kuruluşu’nun kurulması ile birlikte anıtların bakımına başlandı. 1968-69 yıllarında ise bu cami bir tadilattan sonra Oryantal El Yazmaları Müzesi’ne dönüştürülmüştür. 2007 yılından 2011 yılına kadar hem iç hem de dış mekanda restorasyon çalışmaları yapılmış, ve bu restorasyon çalışmalarının hemen ardından tekrar cami olarak hizmete açılmıştır.
Güney cephesinde bulunan avlunun düzenlenmesine ek olarak, bu tarafta yaşayan vatandaşların caminin müthiş güzel manzarası karşısında dinlenebilecekleri geleneksel bir mekan açılmıştır.
Son olarak, söz konusu cami 2016 yılında Kosova Kültürel Miras Konseyi tarafından kalıcı koruma altına alındığı resmi olarak ilan edilmiştir.
Prizren’den geçen Lumbardh nehri, şehri nerdeyse iki eşit parçaya böler. Tarih boyunca Prizren’in Lumbardh nehri üzerine birçok köprü inşa edildi, fakat hiç kuşkusuz bunların arasında en özeli olan Taş Köprü kentin simgesi haline geldi. Taş Köprü, antik şehrin merkezinde yer almaktadır. Doğusunda “Araste” Köprüsü, batısında ise “Nalet” Köprüsü bulunur. Köprü Şadırvan Meydanı (nehrin sol tarafında) ile Saraçhane’yi (nehrin sağ tarafında) doğrudan birbirine bağlar. Tarihi kaynaklarda köprünün kesin inşaat tarhihi ile ilgili veri bulunmamaktadır. Kullanılan malzemeler, üslup, inşat teknikleri baz alındığında, köprünün XV. yüzyılın sonlarında veya XVI. yüzyılın başlarında inşa edildiği varsayılmaktadır. Eski köprü kaliteli taşların işlenmesi ve kireçtaşı harcı ile birbirine bağlanmasıyla inşa edilmiştir. Eski köprü üç kemerli olup, daha büyük olan orta kemer ile daha küçük olan yan kemerlerden oluşmaktaydı. Vakti zamanında köprünün uzunluğu yaklaşık olarak 30m iken, bu uzunluk günümüzde 17m’dir.
Büyük kemerin uzunluğu 10m, yüksekliği ise 5m’dir. Yan kemerlerin uzunluğu 4m, yüksekliği ise 3m’dir. Köprünün ayrıca 103 cm uzunluğunda ve 160 cm yüksekliğinde olan küçük bir yardımcı kemeri bulunmaktadır. Kaldırım taşı ile döşenmiş olan köprünün genişliği 4.20m’dir. Yalnızca yayalar için kullanılan köprünün, ayrıca köprü tesviyesine katkı sağlayan 40 cm’lik korkulukları da mevcuttur. Tarihi süreçte köprü bazı büyük değişiklikler yaşamıştır. 60’lı yıllarda Lumbardhi yatağının inşası sırasında ciddi yapısal hasarlar almıştır. Bu sayede nehrin sol tarafında kalan kemeri tamamen kapanmıştır. Diğer taraftan 1963 yılında, nehrin sağında kalan yolun aksının inşatı sırasında köprünün sağ tarafında bulunan kemeri zarar görmüştür.
Köprünün karşılaştığı en büyük tehlike ise doğal faktörlerden gelmiştir. 17-18 Kasım 1979 yılında nehrin taşması, köprünün tamamen çökmesine neden olmuştur. Köprünün yıkılmasının verdiği üzüntü ile seferber olan Prizren halkı, 5 Haziran 1982’de mühendis M.Gojkoviq tarafından hazırlanan proje ile köprünün yeniden inşatı için çalışma başlattılar. Restorasyon çalışmaları, Prizren Kültür Varlıklarını Koruma Müdürlüğü’nün gözetiminde “Elan” şirketi tarafından gerçekleştirildi. Yeniden inşa edilen köprü, 17 Kasım 1982’de törenle açıldı. Böylece köprü ait olduğu yer iade edilirken, yaya köprüsü olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Kültürel mirasın özgün değerlerini göz önünde bulundurarak, 31 Aralık 1948 tarihli ve 2345 sayılı karaname ile Taş Köprü devlet koruması altına alınmıştır.
At FUEN events we often experience that the gender ratio is not balanced. Significantly more men than women take part in our congresses, conferences and annual meetings. But also in qualitative terms, if you look at the speeches and panelists, women are underrepresented – and this picture is often representative of their general presence in governing bodies. “This gave us in FUEN food for thought and the idea for the ‘Women of Minorities’ project was born,” explained FUEN General Secretary Éva Pénzes at the beginning of today’s online meeting, which was attended by around 20 people from FUEN’s member organisations, from 13 countries.
What is the status quo? Are women in minorities a minority, in official bodies and leadership? How equal is it in our organisations? What are the challenges? In order to get answers to these questions and to assess the status quo, we sent a questionnaire to our member organisations in November. We are pleased that over 40 organisations participated and in this way helped to get a comprehensive picture.
The results of this survey were presented by Zora Popova, FUEN scientific officer, at the beginning of the meeting. The answers showed that women are basically well represented in the organisations, especially in the operational area, whereas men dominate in leadership positions, i.e. in presidencies or boards. “Women do the work while men sit in the leadership”, Zora Popova summarised the situation. When it comes to knowledge about gender equality and guidelines, it was found that about two thirds of the participating organisations have knowledge, but very few of them have official documents or guidelines on gender equality in the organisation. Hardly anyone has attended training on this topic.
“The results show that there is a need for more gender equality,” Zora Popova pointed out. “The main obstacle cited is the traditional role of women, which does not leave time for other activities between family and job.” A fact that Eugenia Natsoulidou, participant of the meeting, could confirm. “What women have achieved through the women’s movement is to have a choice. But: women today still have too many responsibilities in private, while men focus on their careers.”
However, a lack of promotion, a lack of awareness or stereotypes within the organisation also stand in the way of better gender equity, the results show. As measures that are needed, the study participants named management training, support from experts as well as raising awareness for the topic in order to create awareness in the first place.
The project “Women of Minorities” will focus on exchanging ideas about possible future activities and exploring possible improvements. What tools can be used to bring about a change towards better representation of women in minority organisations? This is what we need to work on in the following meetings and discussions. One idea is to present women from leading, active positions in minorities as role models for overcoming stereotypes. The participants agreed with this approach. “Helping each other can be a solution. We have to motivate women not to always apologise and we have to fight against the hidden discrimination that all women experience in everyday life,” said Elisa Ferekidou. And not unimportant: “We need to involve men to tackle the problem”, Eugenia Natsoulidou added.
Gösta Toft, Vice-President of FUEN, encouraged everyone present to stay on top of the issue and plan further activities. FUEN has an important role to play as a knowledge broker and driving force.
How can we help our affiliates to develop strategies and guidelines on gender equality? How can we motivate women to take on more active roles in their organisations and at our events? These are the questions to which answers will be sought in the course of the project and – in the best case – put into practice.
We would like to thank the Federal Ministry of the Interior and Home Affairs for supporting the project.
Prizren’in Tarihi Bölgesi’nde yer alan Aziz Premta Kilisesi (Levisha Kilisesi), 1306-07’de yeniden inşa edildi. İlk Dönem Paleo-Hristiyan kilisesinin (V-VI. yy.) ve ardından Bizans bazilikasının (IX. yy.) temellerinin, İliryalıların doğurganlık ve doğum tanrıçası olan Prema veya Premta’ya adanmış bir Pagan tapınağının (çağımızdan önce) temelleri üzerine kurulduğu varsayılmaktadır. Prizren’in 1455-59 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilmesiyle birlikte camiye dönüştürülmesinden sonra Cuma Camii olarak adlandırılmıştır, ki bu isim günümüzde dahi halk tarafından kullanılmaktadır. 1912’deki Birinci Balkan Savaşı’yla birlikte, cami tekrar kiliseye dönüştürülmüştür. Minaresi 1923 yılında yıkılmıştır. 1948 yılında 352 sayılı yasa ile koruma altına alınmıştır. Kültürel miras varlığı olan Aziz Premta Kilisesi (Levisha Kilisesi) sahip olduğu tarihi, sanatsal, toplumsal ve manevi değerlere dayalı olarak, 2016 yılında Kosova Kültürel Miras Konseyi tarafından ebedi koruma altına alındığı ilan edilmiştir.
Graçanica’nın merkezinde yer almaktadır. Bugünkü manstır, VI. yüzyıldan kalma Erken Dönem Hristiyanlığına ait bir bazilikanın temelleri üzerine kurulmuş olan, Meryam Ana’ya adanmış bir XIV. yüzyıl kilisesinin yeniden yapılandırılmış halidir. Manastırdaki en büyük restorasyon XVI. yüzyılın sonlarına doğru yapılmış, bu sayede dış narteksteki tüm açıklıklar duvarlarla kapatılmış ve yeni freskler çizilmiştir. Selanikli ünlü ressamlar Mihajli ve Evtihije, ana kilisedeki freskleri 1321 yılında tamamladılar, ki bunların arasında en bilindik olanları Büyük Kutlamalar Döngüsü ile Mesih’in Zorlukları ve Mucizeleri’dir. Manastırın iç mekanı freskler açısından oldukça zengindir. Graçanica Manastırı, UNESCO tarafından korunan dünya kültür mirasının bir parçasıdır. Kültürel miras varlığı olan Graçanica Manastırı sahip olduğu tarihi, sanatsal, toplumsal ve manevi değerlere dayalı olarak, 2016 yılında Kosova Kültürel Miras Konseyi tarafından ebedi koruma altına alındığı ilan edilmiştir.
İpek Patrikhanesi, İpek yakınlarındaki Rugova geçidinin girişine konumlanmıştır. Havarilerin Kutsal Tapınağı, XIII. yüzyılın üçüncü onyılında Başpiskopos Arsenije tarafından yaptırılmıştır. XIV. yüzyılda Kutsal Havariler Kilisesi’nde küçük değişiklikler yapılmış, bu sebeple bazı bölümler daha sonra dekore edilmiştir. Sırp patrikleri ve başpiskoposlar, XIII. yüzyıldan XVII. yüzyıla kadar Patrikhane kiliselerine defnedildiler. XIX. yüzyılda bu kompleksin dışına bir su değirmeni, bir misafirhane ve yeni taş duvarlar eklenmiştir. UNESCO, 2006 yılının Temmuz ayında İpek Patrikhanesini 13. sıradan yer vermek suretiyle dünya kültürel mirasının bir parçası olarak ilan etti. Buna karşılık 13 Temmuz 2003’te, İpek Patrikhanesi UNESCO tarafından dünyaca korunan mülkler listesine dahil edildi. Kültürel miras varlığı olan İpek Patrikhanesi sahip olduğu tarihi, sanatsal, toplumsal ve manevi değerlere dayalı olarak, 2016 yılında Kosova Kültürel Miras Konseyi tarafından ebedi koruma altına alındığı ilan edilmiştir.
Kültürel miras geçmiş kuşaklardan günümüze kalan ve korunarak gelecek nesillerin faydasına olacak şekilde aktarılan, evrensel değerlere sahip, belirli koşulları (geleneğe tanıklık etmesi, yaratıcı insan dehasının ürünü olması, insanlık tarihinin bir veya birden fazla dönemini temsil etmesi gibi) taşıyan tarihi eserler/ değerleridir. Kültürel mirasa Somut Kültür, Soyut Kültür ve Doğal Miras dahildir. Anlamı gereği kültürel miras, toplumlara, toplumların fertlerine ortak bir geçmişi hatırlatan, birlik ve dayanışma unsurlarını güçlendirerek geleneklerin ve çeşitliliğin sürekliliğini sağlar.
Somut Kültürel Miras: Taşınabilir ve taşınmaz miras olarak iki gruba ayrılmıştır. Anıtlar, heykeller, arkeolojik eserler, resimler, peyzajlar, kitabeler vb.
Soyut Kültürel Miras: Folklor, gelenekler, dil, sözlü tarih vb.
Doğal Miraslar: Kültürel açıdan önem arz eden manzara ve biyolojik çeşitlilik gibi.
Kültürel koruma nasıl yapılır?
Somut kültürün korunması, korunması işlem ve displinlerden bazıları aşağıdaki gibidir:
Arşiv bilimi
Müzecilik
Restorasyon ve konservasyon
Sanatsal, arkeolojik ve mimari korunma
Folklor kayıtlarının korunması
Filmin korunması ve dijital ortama aktarılması
Dijital koruma
Soyut kültürün korunması için gerçekleştirilen işlemlerden bazıları ise:
Dil korunması
Sözlü tarih
Gelenekler
Folklor
Doğal miras için gerçekleştirilen işlemler arasında ise özellikle biyolojik çeşitliliğin (bitkiler, hayvanlar, endemic türler, atalık tohumlar vb.) korunması öne çıkmaktadır.